Ali Taş Gülen
İstanbul Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Üyesi ve Kümes Hayvanları ve Beyaz Et Ticareti Komitesi Üyesi Ali Taş Gülen’in ticaretin basamaklarını genç yaşta ağır ağır tırmanarak yazdığı ticaret hikayesi, tam bir başarı hikayesi…
12 yaşında çıkmış Sivas’ın Kızılören köyünden. İlkokul hayatı köyünde geçen Gülen, ortaokul ve liseyi Sivas’ta okumuş. Sonra Türkiye’nin en sıcak günlerini yaşadığı, ülkenin sağ-sol çatışmasıyla inlediği bir dönemde, 1978 yılında üniversiteye giderek Ticari Bilimler Akademisi’nde eğitim görmeye başlar. Ne yazık ki korktuğu olur. “O yıllarda” diyor Ali Taş Gülen, “terör olayları artışa geçti. Bunun sonucunda ben de aynı yıl hiç başlamadan okulu bırakmak zorunda kaldım. Çünkü babam ‘Bir kör kurşuna gidersin, bu yüzden seni okutmayacağım’ dedi. Böylece kayıt bile yaptıramadan o defteri kapattım. 1 yıl sonra askere gittim, döndüğümde ticari hayata başladım.”
24 yaşında mahalle bakkalı açtım
Üniversiteye gidememesi ticarete başlamasının sebebi olur Ali Taş Gülen için. Askerden döner dönmez ticarete atılır. Daha 24 yaşında iken kendisine mahalle marketi açar. Gülen, o yıllardaki gelişmeleri şöyle anlatıyor: “Firmamız faaliyetlerine 1984 yılında perakendecilikle başladı. Kurucusu benim; Seval Gıda olarak marketçilikle başladık. File Hipermarketleri bizim tescilli markamızdı. Seval Gıda olarak 35 yıldır aynı isimle ticaret yapıyoruz. 25 yıldır da beyaz et sektöründeyiz. 2002 de marketlerimizi bıraktık.”
Dönüm noktası: hazır döner
2009 yılı Gülen için bir dönüm noktası olmuş. O yıl şirket, hazır döner üretimine başlamış. Böylece gıdadan sanayiye geçiş süreci de başarıyla tamamlanmış olur. Gülen, “2015 yılı başında, yüksek standartlarda ileri işlenmiş et ürünleri üreten Sultangazi’deki tesisimizi açtık. Böylece dönerle birlikte köfte ve kaplamalı ürünleri de ürün gamına ilave ettik. Ürünlerimiz sucuk, salam, jambon, sosis, tavuk döner, şinitzel, çıtır burger, nugget, kaplamalı ürünler ve tavuk köftesi” bilgisini veriyor. Gülen, faaliyet alanlarının çoğunlukla ev dışı tüketim olduğuna dikkat çekerek, “Bunun için müşterilerimize HORECA sektöründe tüketilen her çeşit gıda maddesinin tedarikini yapıyoruz. Şimdi 200 küsur kişi çalıştırıyoruz. Bir yan kuruluşumuz daha var; pizza, ayvalık, kumru üretimi yapıyoruz. Orada aşağı yukarı 25-27 kişi çalışıyor” diye konuşuyor.
Aile özlemi marketçiliği bıraktırdı
Ali Taş Gülen’in tavukçuluk sektörüne geçişi ilginç bir sebepten olmuş: Aile özlemi. Bu özlemin kendisini nasıl yönlendirdiğini şöyle aktarıyor Gülen: “Yaklaşık 15 sene marketçilik yapınca, ailemle, çocuklarımla kahvaltı yapmayı özledim. Marketçilik çok farklı bir iştir. Yılın 365 günü çalışırsınız. Böyle olunca ‘Hafta sonu çocuklarla kahvaltı yapabileceğimiz bir işimiz olsun’ düşüncesiyle tavukçuluk sektörüne girmiş olduk. Aslında ben 35 yıldır tavuk sektörünün içindeyim. Kestirdik, sattık, paketledik, hepsini yaptık. Derken rüzgâr bizi buraya getirdi.”
Bu sektör, her krizden büyüyerek çıkar
Beyaz et sektörüyle ilgili farklı bir tespitte bulunan Gülen, bu sektörün her krizden büyüyerek çıktığını, bunun da sebebinin ucuz protein sağlaması olduğunu kaydediyor: “Beyaz et sektörü bütün krizlerden büyüyerek çıkmıştır. Bunun nedeni beyaz etin ucuz protein olmasıdır. Yani; etin 40 – 50 lira olduğu bir yerde 2.000 lira asgari ücret alan bir kişinin tavuktan daha kolay ulaşabileceği bir protein kaynağı yoktur. Yapılan istatistiklere göre, ekonomik krizlerde ilk etkilenen lüks mallardır. Orta sınıf tüketim grubu etkilenir. A sınıfı restoranların ciroları hemen düşer.”
Tavuk tüketimi arttı
Türkiye’de tavuk tüketiminin her geçen sene daha da arttığına dikkat çeken Gülen, 1990’larda tüketimin 2,5 kg olmasına karşın günümüzde bu mitarın 28 kg çıktığını söylü- yor. Gülen, bu konuda şu bilgileri aktarıyor: “Bakın, ben 1990’larda işe başlarken, tavukta Türkiye’deki kişi başı tüketim 2,5 kiloydu. Şimdi 28 kilo civarında. Sektörde özellikle 1998’den sonra çok büyük atak gerçekleştirdik. Kuş gribinden sonra Türkiye’deki beyaz et sektörü kendini baştan aşağıya yeniledi. Tamamı kontrol altında olan sayılı sektörlerden biridir beyaz et sektörü. Kayıt dışılık bizde sıfırdır. Beyaz et sektörünün bilinmezliği azdır, 3 gün sonra zam yapılacağı bilinir. Kırmızı ette bu durum daha farklı, ertesi gün zam yapılacağı haberini bugün öğreniriz.” Türkiye’de tavukçuluk sektöründe faaliyet gösteren 20 tane büyük üretici firma olduğunu belirten Gülen, “Bu üreticiler bayiyle ya da kendiyle çalışıyor. Girdilerin tamamı faturalı, satışların tamamı faturalı, çalışanların tamamı sigortalıdır. Türkiye’de sektörün istihdam oranı da oldukça yüksektir; çünkü çok fazla sektörü etkiliyoruz” açıklamasında bulunuyor.
Kuş gribi, tavukçuluğa çağ atlattı
‘Her şerde bir hayır vardır’ ilkesi tavukçuluk sektöründe de kendini göstermiş. 1990’lı yıllarda kümesten bozma kesimhanelerde tavuk kesilirken, kuş gribi ile birlikte sektörde standartlar birden çok yükselmiş. Bu da daha sağlıklı ortamda tavuk yetiştirilip müşteriye sunulmasına yol açmış. “Kesimhane teknolojisi” diyor Gülen, “Çok pahalıdır. 20-30 milyon Euro harcayarak bir kesimhane ancak kurabilirsiniz. Bizim kesimhanelerimizin yaşları çok genç; maksimum 20 yaşında ama Avrupa’daki kesimhaneler 50 yıllık kesimhaneler. Yanına ilaveler yaparak günü kurtarmaya çalışıyorlar. Hollanda kesimhanenin merkezidir ve bizim standartlarımızın çok altında. Bizim teknolojimiz daha güncel ve yeni. Kuş gribi sorunu ‘Her şerde bir hayır vardır’ lafını hatırlatıyor. Türkiye’de kuş gribi çok görülen bir durum değildi. Sonucunda standardı düşük olan herkes elendi.”
2,5 milyon tonluk üretim hacmi
Gülen, Türkiye’nin beyaz et sektörü üretim hacminin 2,5 milyon ton olduğuna işaret ederek, “İhracatımız da var ama çok büyük değil. Bunun yüzde onu civarındadır diye düşünüyorum. Sektörde her şey bellidir. Örneğin; damızlığın sayısı bellidir. Yıllık üreteceğin tavuğun miktarı bellidir. Mesela yüz bin tane damızlık tavuk varsa, günde birer tane yumurtluyorsa 365 günde kaç tane yumurtluyor, ne kadar civciv olur her şey belli. Kırmızı et gibi değil. Üretim, teknoloji ve standartlar bakımından dünyanın en iyi standartlarında üretim yapan firmalara sahibiz” diyor.
En büyük sorun, maliyetlerin yüksekliği
Tavukçuluk sektörünün Türkiye’nin en sıhhî sektörlerinden biri olduğuna işaret eden Ali Taş Gülen, şunları söylüyor: “Kuralları belirlenmiş ve her şeyin kayıt altında olduğu sektörlerden birisi bizim sektörümüz. Sektörümüzde zamanında doğru işler yapılmış, doğru adımlar atılmış. Sıkıntılar tabi var ama yapılanları da görmezden gelemeyiz. Beyaz etçilerin üretim ayağındaki en büyük sıkıntıları yem ve enerjidir. Maliyet yüksekliği en büyük sorundur. Mesela ben fabrikaya iki ay önce aylık 60 bin lira elektrik faturası ödüyordum geçen ay 100 bin lira ödedim. Maliyetlerimiz içerisinde işçilik ve enerji en büyük paya sahip olan kalemler. Günlük 50 araçla 1000 noktada dağıtım yapıyoruz. Ciromuzun % 70’ini kendi ürettiğimiz mallarla % 30’unu da ticari mal alıp satarak yapıyoruz.” Tavukçuluk sektöründe çok gelişmiş ülkeler olduğunu vurgulayan Gülen, “Örneğin ABD’de “Tyson” diye bir firma var. Türkiye’deki toplam kesimhanelerin kestiğini neredeyse bir kesimhanede kesiyor. Arjantin, Brezilya gibi iklimi yumuşak olan ülkelerde daha çok tavuk üretimi var” bilgisini veriyor.
Tavukçulukta da kendi ırkımız yok
Tavukların ömrü ve üretimiyle ilgili bilgiler de veren Gülen, şu hususların altını özenle çiziyor: “Tavuğun ömrü 72 haftadır. 68 ile 72 hafta arasında değişir. Yumurtlama ömrü ırklara göre çeşitlilik gösterir. Et ve yumurta ırkları da ayrıdır. Lohmann, Broiler et için gösterilir genelde. Üç beş tane var ama en güçlüsü Broiler. Biz bu tavukların hiçbirini üretemiyoruz. Türkiye’nin en büyük sıkıntısı nedir biliyor musunuz? Tohumumuz yok. Biz domatesin tohumunu dışardan bir seferlik hibrit tohum olarak alıyoruz, ikinci sefere ürettiğimiz tohumdan yani ürettiğimiz domatesten tohum elde edemiyoruz. Arıyı bile tohumla aşılamak için İsrail’den alıyoruz. Seralarda aşılamayı arılarla yaparlar. Tavuklarda da böyle maalesef. Bir ırkımız yok. Büyük başta da böyle, bir ırkımız yok.”
Damızlığın ömrü 70 hafta, sonra tekrar almak zorundasınız
Tavuğun tamamı yurt dışından geliyor. Çünkü bunun için AR-GE gerekiyor, adamlar ırklarını geliştirmişler. Melezleme yoluyla hangi ırktan hangi verimi elde edeceklerini belirlemişler, yapmışlar, bitirmişler ve şu an bütün dünyaya satıyorlar. Biz örneğin bir milyon adet damızlık aldık diyelim. Damızlığın ömrü ortalama 60 - 70 hafta. 70 hafta sonra ikincisini almak zorundayız. Biz bundan ürettiğimizle tekrar damızlık yapamıyoruz. Verim anlamında eksik kalıyoruz ve tabi maliyet daha yüksek oluyor. Bir tavuğa yüz gram yem yediriyorsun 2 günde bir yumurta alıyorsun, bu tavuğa yüz gram yem yediriyorsun her gün yumurta alıyorsun.”
Akhisar Enstitüsü kapatıldı
Türkiye’nin tavuk aşılarının yurt dışından gelmesini eleştiren Gülen, tavukla ilgili daha önce Manisa Akhisar’da bir enstitüsü bulunduğunu belirterek, şunları anlatıyor: “Ne yazık ki kapattılar. O enstitüde aşı ve ırk geliştirme, yerel ırk nasıl olur gibi çalışmalar yapılıyordu.
Benim babam köy öğretmeni… 1942 yılında Sivas’ta görevine başlamış. Aşağı yukarı Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden. Bizim köyde eskiden Zerun, Sarıbaş diye yerli ırk tohumlarımız vardı. Biz onlardan buğday üretirdik. Nohut büyüklüğünde buğdaylarımız olurdu. Biz onlardan yüzde 7.8-10 verim alabiliyorduk. Belki bizim hatalarımızdı, tembellik yapıyorduk, gübre atmıyorduk… ancak şimdi aynı tarlalardan yüzde 22 verim alıyorlar. Benim dediğim 40 yıl öncesi. Yani bu ırkla ilgili. Bizim yerli ırklarımız kayboldu şimdi. Ekmiyorlar. Şu an İsrail gende ve tohumlamada bir numara gibi. Bütün dünyaya satıyor.”
Teknolojiyi satın almak zorundayız
Tavuk üretim tesislerindeki tüm ekipman ve teknolojilerin yabancı olduğuna işaret eden Gülen, “Bakın, şu tesiste aşağı yukarı 5 milyon Euro değerinde makine, ekipman ve teknoloji yatırımı vardır. Bunların tamamı yabancı. Bizim en büyük sıkıntımız bu; teknolojiyi satın alıyoruz. Katma değerli ürün yapamıyoruz” tespitinde bulunuyor. Gülen, Ar-Ge’ye yatırım yapmanın artık kaçınılmaz bir gerçek ve gereklilik olduğunu vurgulayarak, “Devlet desteği bunun en önemli ayağı, özellikle makine ekipman üreten yerlerin desteklenmesi gerekiyor. Türkiye’de çek ile vadeli ekonomi ile dönen bir yapı var, öz kaynaklarımız sınırlı. Büyü- mek isterken krediye veya borca yüklenmek zorunda kalıyorsunuz, o karmaşıklıkta Ar-Ge’ye nasıl bütçe ayıracaksınız, ayrılamıyor. Bazı akıllı makineci arkadaşlarımız var; teknolojiyi dışarıdan alıp Türkiye’de kopyalıyor. Bu bence doğru bir şey. Madem ki Ar-Ge’ye para ayıramıyoruz en azından kopyalayarak bir şeyler ortaya çıkarabilmeliyiz. Para verme ile başa çıkamayız” diyor.
Makineleri taklit etmeliyiz
Gülen, Türk girişimcilerin yabancı makinelerde karşılaştıkları sorunları Türk aklıyla nasıl aştıklarının örneklerini de veriyor … Zorda kalınca ortaya konulan bir başarı hikayesi gibi anlattıkları: “İtalya’dan bir makine aldık. Bir parçasını değiştirmemiz gerekti. Parçayı alıp bir tornacıya götürdük, aynısını işletip makineye taktık. Bir şekilde çözmemiz gerekiyor çünkü. İtalyan makinenin çalışma mantığını tamamen Türkleştirdik ve onlara bağlılığımızı tamamen sıfıra indirdik. Burada bir yazılımcı ile anlaştık, çok basit bir makineden bahsediyorum. Aylardır daha sıkıntısız çalışıyoruz. Çözüm üretmemiz şart yoksa üretim durur. Onların malı da çok kıymetli Euro bazında önce parayı gönderiyoruz daha sonra malı alabiliyoruz. Bizdeki gibi söz senettir durumu onlarda işlemiyor önce parayı görmek istiyorlar. Devlet destekli yeni makine alanlar da var ama çoğunlukla yurt dışından ikinci el makine alıp ülkeye getirenler var. Makine firmaları 100 – 150 yıllık firmalar, bakım zamanı gelen makineler otomatik olarak kendilerini durduruyorlar ve sadece servislerine bakımlarını yaptırmak zorundayız. Firmalar böylece kendilerini de koruyorlar.”
Tavuk hata kabul etmez
Tavukçuluk sektörüne yöneltilen eleştirileri de cevaplayan Gülen, “Olumsuz eleştiriler olmadan olmaz. Üretim sırasında dikkat edilmesi gereken bir ürün tavuk, üretim ve saklama koşullarının hepsinin doğru olması gereken tek ürün tavuktur. Asla hata kabul etmez. Yazın 2 saatte bozulabilen ve zehirleyebilen nadir ürünlerdendir. Dolayısı ile sektör bu konuda çok bilinçli ve sistemlidir” diye konuşuyor. Çok tartışılan antibiyotik konusuna da açıklık Getiren Gülen, şu açıklamayı yapıyor: “Tavukta hastalığın önüne geçmek için antibiyotik kullanırlar ve 1 hafta 10 gün içerisinde tavuk o antibiyotikten arınır. Kesime gitmeden antibiyotiği son yemlerinden veya sularından çıkarırlar. Üretimin her aşaması ve satışlar devlet kontrolü altında yapılıyor. Üretimde GDO kullanılıyor. Dünya’nın her yerinde GDO’lu ürün üretilip tüketiliyor. Sağlığa zararı var mıdır? Genetiği ile oynanıyor sonuçta ama şu an bilinen bir zararı var diyemeyiz. Daha doğrusu varsa da bilinmiyor.”
Soğuk zincir bozulmamalı
Tavuk sektöründe kesimhaneden kasaba kadar geçen sürede soğuk zincirin hasar görmemesi gerektiğini ifade eden Gülen, “Hareket halinde olan mallar 7-8 gün dayanır. 2000’li yıllarda marketlerde hep anons yapardık, et ve et ürünlerinizi en son alın diye. Çünkü bu ürünler çok hızlı bakteri üretir ve bozulmalar yaşar” bilgisini veriyor. Gülen, şunları söylüyor: “Bizim yaptığımız ürünlerde, harfi harfine üretim proseslerine uyulur. Örneğin dönerde 72 oC ile kesimi yapılan ürün bantlara düşüyor ve bant onları soğuk havaya taşıyor. 0 oC’de soğuk hava ile karşılaşan ürünün raf ömrü böylece uzatılabiliyor. 1 saat içerisinde soğumuş ürün olarak paketlenip arabalarda -40 oC’ye giriyor. 1000 m2 -18 oC depomuz var şoklanan mallar burada kolilenip muhafaza ediliyor ve sevkiyatlarda soğuk zincirin bozulmaması böylece sağlanmış oluyor.”
Müşteri, ucuz mal talep etmemeli
Ali Taş Gülen’in verdiği bilgiler, her alanda olduğu gibi bu sektörde de teknolojinin mertliği nasıl bozduğunu gösteriyor. “Esas salam ve sucuk” diyor Gülen, “hakiki fermente, çatıda kurutulan sucuklardı, teknoloji yükseldikçe mertlik bozuldu. Ben ucuz malın müsebbibinin müşteri olduğuna inanıyorum. Mesela tavuğun kilosunun 7 lira olmasını istiyorsunuz, ben size 7 liraya satarsam buradaki çalışanımın maaşını ödeyemem. Ama siz 7 lirada ısrarcı olursanız ben bu sefer hileye başvurmak zorunda kalırım. Vatandaşında haklı sebepleri var ama hileli ürünün ortaya çıkmasının en büyük nedeni yine vatandaşın kendisi. Ucuz ürün talep edilmezse üretilmez. Üretimin bir kanalında maliyeti düşürmek gerekiyor.”