“Dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik”
Dünya büyük değişim dönemi yaşıyor. Değişimin ayak izlerini “pandeminin can korkusuyla insanları yeni bir dijital hizaya soktuğu; bölgesel anlaşmazlıkların Rusya-Ukrayna savaşı örneğindeki gibi küresel ticareti tehdit edip yeniden düzenlediği; Gazze’de on binlerce çocuk, kadın ve masum insanı acımasızca katleden soykırımcı İsrail karşısında insanlığın dilsizleştiği, Trump’ın tıpkı kıtaya ilk gelen ataları gibi ‘dünyanın patronu benim’ edasıyla ahkam ve haraç kestiği; değerlerin ve ilkelerle bezeli büyük insanlık ideali aldatmacasının sonunun geldiği; ticaret savaşları, gümrük vergi ve duvarlarını yükseltme gibi enstrümanlarla serbest ticaretin anavatanı olduğunu söyleyenlerin korumacılığın yeni üslerine dönüştüğü” günlerden, yıllardan geçiyoruz.
Değişim ve dönüşüm, dün kara dediğiniz her şeyi az sonra ve doğallığı içinde beyaz olarak kabul etmeniz anlamına geliyor! Böylesi vakitlerde inatla ve ısrarla rüzgârın akışına kapılmayıp dik duruş sergileyenler kazanıyor. Böyle davrananların ilk sırasında Türkiye yer alıyor. Türkiye, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde, Suriyelilerden Myanmar’a, Afrika’nın siyahi mazlumlarından Türk ve akraba topluluklarımızın zulme uğrayan mensuplarına kadar yeryüzünün her köşesinde, atalarından aldığı “kerim ve hami devlet” olma vasfından taviz vermeyip yardımsever ve koruyucu oldu. Mehmed Akif ’in dediği gibi “Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapmadı”, “Kanayan bir yara gördü mü ciğeri yandı”, yanmasıyla yetinmeyip onu dindirmek için elini taşın altına soktu ve “zalimin hasmı, mazlumun dostu” olarak nam saldı.
Diğer yandan Türkiye ekonomi ve siyasette olduğu gibi bütün alanlarda da konvensiyonel veya siber tüm saldırıları bertaraf edecek bir askerî güce erişmek için büyük bir mücadele verdi. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın 2004’te kesin ve tavizsiz bir şekilde başlattığı savunma sanayiinde yerli ve milli üretim devri, 20 yıl sonra Türkiye’yi dünyanın sayılı askerî gücü yapmakla kalmadı, öncü ülkeler arasına soktu. Şimdi bölücü terör örgütünden bizi dış kapısında bekleten Avrupa Birliği’ne, Suriye’den savaşların olduğu tüm bölgelerde sözü dinlenen, barış getiren ve adaletle düzen kuran bir Türkiye var. Dün fütursuzca etrafına ve bize zarar verenler, şimdi Türkiye’nin kararlılığı karşısında hizaya girip şartlarımızı kabul ediyorlar. Ülkemiz tıpkı Osmanlı İmparatorluğu devrinde olduğu gibi büyük devlet ve oyun kurucu aktör oldu. Model devletimiz Göktürklerin hakanı Bilge Kağan’ın haykırdığı gibi “Dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik. Tanrı buyurduğu için dört taraftaki milleti düzene sokup tertipledik.”
Evet, tarihin yeniden yapılışına tanıklık ediyoruz. Bu tarihi yapanlar arasında Türkiye en ön sırada… 1071’den beri, hatta Batı Hun Devleti’nin kuruluşundan bu yana istikameti Avrupa olan ve her ilerleyişiyle Avrupa’yı dönüştürüp değiştiren Türkler olarak, Batı’ya doğru yürüyüşümüz ciddi bir eşiğe dayandı. Rusya tehlikesine karşı ABD’nin korumasını kaybeden ve yeni bir güvenlik mimarisi inşa etmek zorunda kalan Avrupa, varlığını sürdürmek için her zamankinden daha çok Türkiye’ye muhtaç… “Anneciğim Türkler geliyor” korkusu yerini “Anneciğim Türkler gelsin” çağrısına bırakıyor.
Türkiye Hunlar ile başlattığı Osmanlılar ile sürdürdüğü Batı yolculuğunda özünden ve kimliğinden hiçbir şey kaybetmeden yeni bir safhaya geçiyor. İş dünyası olarak Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın işaret ettiği gibi Türkiyesiz bir Avrupa’nın varlığını sürdürmesinin imkansız olduğuna ve bunun için de her zamankinden daha fazla Türkiye’ye “muhtaç” bulunduğuna inanıyoruz.
Tarih yeniden yapılıyor… Ve biz “Tanzimattan bu yana Batılıların önerdiği ve denetlediği bir Batılılaşma” sürecini tersine çevirip milletimizi var eden ilkelerimizle dünyaya yeni bir öneride bulunuyor, “uşaklaşmanın uygarlaşma” zannedildiği dönemlerin bittiğini muştuluyoruz